Şölen Tadında İlkbahar  

Posted by Asuman Yelen

Uzağımızda, yakınımızda ve içimizdeki her türlü olumsuzluğu ört bas etmek istercesine doğa tüm enstrümanlarını, renklerini, kokularını tüm sıcaklığı ile önümüze yolumuza seriyor.

Ve,

29 Mart 2011 itibariyle bizim buralarda İlkbahara tabiat ana böyle uyanıyor.



































































































































































































































































Nadir Bulunan Güzellikler  

Posted by Asuman Yelen in ,


Yine dudağımda bir tebessümle seyrettim.

Her saniyesinden zevk alarak, dikkatle en önemlisi, gerilmeden, keyifle.

Onlardan öğrenecek o kadar çok şeyimiz var ki.

İşlerini seviyorlar. Mesleklerini (bana göre sanatlarını) icra ederken bunun her saniyesinden

zevk alıyorlar ve bunu sık sık söylüyorlar.

Araştırmaktan, kendilerini geliştirmekten, daha çok öğrenmeye çalışmaktan başka hiç bir

dertleri yok. Bunun için dünyayı dolaşmışlar, hepsi de bir veya birkaç ülkede çalışmış.

Şimdi de kendi ülkelerinde en iyiyi en güzeli sunmaya, öğretmeye uğraşıyorlar.

Özgüvenlari tam. Keyifleri yerinde. Hala araştırıyorlar. Öğrendikçe ve aktardıkça mutlu

oluyorlar. Bir yandan yüzyıllarca önceden gelen geleneksel, diğer yandan Türkiye' nin dört bir

yanından bölgesel yemekleri tüm ayrıntılarıyla tanıtır, çinilerimize, tabak çanak, örf ve

adetlerimize sahip çıkarken bir yandan da dünya mutfaklarından muhteşem örnekler sunmayı

ihmal etmiyorlar.

Tüm bunları yaparken de tatlı tatlı yarışıyorlar.

Alışageldiğimiz hırslardan, kıskançlıklardan, gürültülerden, bilgisizlikten kaynaklanan boş

konuşmalardan, görgüsüzlükten kaynaklanan gereksiz şatafattan, süsten püsten taşkınlıktan

uzak bir rekabet bu.

Bir yuva çocuğu masumiyetiyle ve bilgeliğin getirdiği tüm olgunlukla yarışıyorlar.

Bizler de çok da alışık olmadığımız bu güzelliği biraz şaşkınlıkla, büyük bir keyifle izliyoruz.


Sanırım, herkes işini bu kadar sevse ve başkalarıyla uğraşmaktan vaz geçip, tüm dikkatini

kendini sürekli geliştirmeye ve daha güzele, en güzele odaklasa yaşam hepimiz için çok daha

güzel olacak...

Erişilmez olmak  

Posted by Asuman Yelen in ,


Hani kadın vardır, mükemmel...

Bir sürü hoş sıfatla tanımlanır.

Güzel...Akıllı...Başarılı...Seksi...Özgüveni tam...Kendine yeten...Hayranlık uyandıran...Gizemli.

Ve erişilmez...

Sanki tüm bu sahip olunanların özeti bu sihirli kelime gibiydi.

Erişilmezlik.

Ben de o yüzden belki de, hep erişilmez olmak isterdim.

Mükemmel ve erişilemeyen...


Gerçi erişilmez olmanın kaçınılmaz bir sonucu vardı.

Yalnızlık...

Ben razıydım. Bu bedeli ödemeye razıydım. Yeter ki erişilmez olaydım.



Bir sabah uyandım ve erişilmez olduğumu gördüm.

Hem de hiç uğraşmadan, yukarıda saydığım şeylerin bi gıdımına bile sahip olmadan.

Birileri bende bi cevher görmüştü zaar ve beni hem de mahkeme kararıyla erişilmez yapmıştı.

Resmen...

Havalara uçtum sevincimden. Tıpkı bir bastona sahip olmak gibi (geçici de olsa) bu dileğim de

gerçekleşmişti.

Ama yalnızlığın böylesini hiç hesaba katmamışım:((


Neyse ki yanlıştan döndüler. Sıradanlığımı anladılar.

Öyle ya. Ben kiiim, erişilmez olmak kim.

Yaşasın sıradanlık...


Galiba yavaş yavaş birleniyoruz komşular. Sabah camlar açılmaya, akşam ışıklar yanmaya

başladı bir bir.

Mahalle yeniden şenlenmeye başladı. :))


Herkeslere yeniden merhaba....

Liz  

Posted by Asuman Yelen in


Eddie- Debie -Liz

Onunla ilgili olarak ilk aklıma gelen nedense bu başlık altında Hürriyet Gazetesinde aylarca yayınlanan aşk üçgeni ile ilgili tefrikadır. Aynı tarihlerde bir başka sütunda "Hitler" başlıklı yine bitmek bilmeyen bir yazı dizisi vardı. Her ikisi de o kadar uzun yayınlandılar ki. Hiç bitmeyecek gibiydiler.

Sonra Hayat Mecmuasında hemen her hafta boy boy resimlerini hatırlıyorum. Bazan kapakta, bazan orta sayfada yalnız ya da o dönem partneri ile tam sayfa fotoğrafları olurdu.

Baston

Beyaz perdede ilk hatırladığım 1958 kışında Adana' da her hafta sonu faytonla gittiğimiz kışlık sinemanın 4 numaralı locasında seyrettiğim seyrederken uyukladığım Kızgın Damdaki Kedi isimli filmidir. Yedi yaşlarındaydım. Liz Taylor' u biliyordum ve bu filmin aklımda kalmasının nedeni de Paul Newman' ın bastonuydu.. Aynı tarihlerde yine bastonlu bir delikanlı Burt Lancaster' in Gina Lolobrigida ve Tony Curtis' le çevirdiği Trapez' i de yine o yakışıklı delikanlının (Burt'ün) bastonla yürümesinden çok etkilendiğim için hatırlıyorum. İşin daha da ilginci o tarihlerden birkaç sene sonra seyrettiğim Fosforlu Cevriye filminin son sahnesinde bastonuyla çıkıp geliveren yakışıklı Orhan Günşiray' la birlikte bu bastonlu erkeklere duyduğum zaaf tavan yapmıştı. (Sanırım çok acıyordum)

Tüm bu filmleri seyrederken çocuktum ve çok sonraları televizyonda yeniden izlediğimde o iki filmin Kızgın Damdaki Kedi ve Trapez olduğu hükmüne vardım.







Filmi Adana' da, Kabusu Adıyaman' da






Liz' in yine bende müthiş iz bırakan, 1959 yazında yazlık sinemada izlerken fena halde korktuğum Fillerin İntikamı (Elaphant Walk) Adana' da son izlediğimiz filmdi ve hemen o günlerde bir sonraki tayin yerimiz Adıyaman' a kısmet olmuştu fil kabuslu uykular.







TV.da Hollywood Filmleri


Liz' inkilerle birlikte çoğu Holywood filmini yeniden ve aslında ilk kez (değerini vererek) izlemek televizyonun yaşamımıza girmesiyle mümkün olmuştur. Sonra video kaset dönemiyle birlikte benim gerek satın aldıklarımla, gerek TV. dan çektiklerimle hatırı sayılır bir arşivim oluşmaya başlamıştı. Devlerin Aşkı (Giant) ve Kleopatra ikişer kasetlik muhteşem filmlerdi ve seyrettiğim zaman müthiş etkilenmiştim. Şimdi öylece duruyorlar.

Yeniden CD.lerden satın alarak ya da çocuklara indirterek sahip olmaya çalıştığım hatırı sayılır bir Hollywood arşivim var ve son bir haftadır her gün Kızgın Damdaki Kedi' yi izlemek ve bloguma yazmaya niyetlenip bu teknik aksaklıklardsan dolayı ileri atıyordum. (Yengeç' sel içgüdüler, hissetmişim demek)


Paris' i Son Gördüğümde

Seksenli yılların ikinci yarısıydı sanırım. Çalışıyorduk çünkü. HBB kanalında (yanlış hatırlamıyorsam) Hollywood filmleri gösteriliyordu fakat yayın çok kötüydü, sesler cızırtılıydı ve içimiz gittiği halde seyredemiyorduk. Sonra rahmetli ablamla benim dikkatimizi bir şey çekti. Arşivlerinde çok fazla film mi yoktu yoksa orada çalışan biri mi çok seviyordu bilmiyorum haftada en az üç gün Liz' in Paris' i Son Gördüğümde isimli filmi gösteriliyordu. Artık o kadar kanıksamıştık ki akşam işten geldiğimde telefonum çalar açar açmaz ablam "bil bakalım akşam HBB de ne var" derdi ve ben de dramatik bir biçimde "yoksa PSG mi" derdim ve gülmeye başlardık. Ya da tersi ben arardım. Bu durum aramızda iyiden iyiye eğlence konusu olmuştu o günlerde. Çok sonra düzgün seyredebildiğim bir kanalda izlediğimde çok duygusal, harikulade bir film olduğunu anladım.


Rhapsody



Seyrettiklerim arasında beni en çok etkileyen Elizabeth Taylor filmi . Konu olarak bildik, romantik bir aşk üçgeni ama gerek süper müzikleriyle, gerek müthiş müzikal finaliyle, Liz'in güzelliği ve müthiş oyun gücüyle mükemmel bir eser. Seyredip de beğenmemenin mümkün olamayacağı filmlerden. Dostlara tavsiye olunur.




Sonuna Kadar Güzel


Güzel bir çocuk, güzel bir genç kız, güzel bir kadın olarak sürdürdü yaşamını. Yaşlandığı halde güzel kalabilen ( ya da öyle görünebilen) ve sinema dünyasında yaptığı her film beğenilen, özel olarak bizim yaşamımızda da çocukluğumuzdan bu güne kadar çok hoş izler bırakan, geçmişimizin gösterişli, parlak yıldızı, o hep bildiğimiz Liz' di.


Nurlar içinde yatsın...

2011 Kış ve Bahar kreasyonları  

Posted by Asuman Yelen in , ,

ORTAYA KARIŞIK




























































































































































Nicelerine  

Posted by Asuman Yelen in








O baharın





















Bu işte ferdası ....

Dünya Emekçi Kadınlar Günü 2011  

Posted by Asuman Yelen in


Gökten yedi tane siyah gül düştü.

Birincisi, dün kocası tarafından kurşunlanan,

ikincisi, karda yollar kapandığı için hastaneye ulaşamayıp karnındaki çocuğunu kaybeden,

üçüncüsü, gece mesaisinde patronunun tecavüzüne uğrayan tekstil işçisi kadının,

dördüncüsü polisten tekme yiyen kadının,

beşincisi, çaresizlik yüzünden evladını yuvaya bırakmak zorunda kalan kadının,

altıncısı, hamile kaldığı için işine son verilen kadının,

yedincisi sırtında ve dizinin dibinde bebesi ile tarlada çapa sallayan kadının

başına .....

Bu masal hiç bitmez....

MARMARA'DA SEL

Yük Minibüsünden İnmeye Çalışan Yedi Kadın İşçi Boğularak Öldü

İstanbul, Bağcılar'da servis minibüsünden inerken sel sularına kapılan yedi kadın işçi hayatını kaybetti. İşçileri taşıyan servisin yük taşımaya yarayan kapalı kasa minibüs olduğu ortaya çıktı.

İstanbul - BİA Haber Merkezi
09 Eylül 2009, Çarşamba



2011 yılında, sadece Ocak ayında 17 kadın töre ve namus gerekçesiyle öldürülmüş. İnanılır, kabul edilir gibi değil.

Ama biz galiba sadece sel yüzünden, cahil, insanlıktan uzak, cani ruhlu, gözünü para bürümüş insanların akılalmaz ihmali nedeniyle, içine eşya gibi tıkıldıkları, kapıları içerden açılamayan pis bir minibüsün içinde ekmek parası peşinde yedi zavallı kadının feci ölümünü, bu ölümün insanın kanını donduran anlamsızlığını, boşu boşunalığını asla unutmayacağız.

Onlar bulundukları yerden şaşkın ve mahzun izlerken, sıcak odamda masamın başında oturmuş "Dünya Kadınlar günümüz kutlu olsun" demek bile abes geliyor bana...

Amalia, Baudelaire ve gençliğim  

Posted by Asuman Yelen in ,

Portekiz, 1920-1999


Gecelerden bir gece. Saat gece yarısını geçeli çok olmuş. Yün bir bez parçasıyla sarılı boynumun üzerindeki baş yastıkta kendine yer bulamıyor. Boynum boğazım kaskatı. Ensemde dayanılmaz bir ağrı. O saatte uyanık kalan herkes gibi yalnızım ve televizyondan medet umuyorum. Bir şey . Allahım, beni oyalayacak, ağrımı bir az olsun unutturacak bir şey. Bir ses. Ağrımı arttırmayacak, sinirlerimi bozmayacak bir ses. Bir şey seyretmem imkansız çünkü. Ama işittiğim sadece gürültü. Hızlı hızlı kanalları geçiyorum. Ta ki eskilerden çook eskilerden tanıdığım o yumuşacık kadife gibi ama yorgun ve hüzünlü sesi duyana kadar. Önce inanamıyorum geri dönüp bu sefer bakıyorum ekrana. Geçkin, hüzünlü, güzel bir esmer kadın söylüyor tek bir gitar eşliğinde. Tüm dikkatimle dinliyorum evet o. Sesi hiç de değişmemiş. Amalia Rodrigues. Başımı yastığa bırakıp gözümü kapıyor ve kendimi mis gibi bir fadoya bırakıyorum. Ve ardından gelen diğerlerine. Arada bir bakıyorum ekrana, ağrılarımım izin verdiği kadarıyla. Bazıları ağlıyor söylerken. Arada çok hoş dans gösterileri de eşlik ediyor. Fadolarla ilgili bir belgesel muhtemelen.

Amalia Rodrigues ve "Come que Voz."










70 lerin başında gençliğimin en keyifli olması gereken zamanda, nasıl girmişse girmiş evimize. Lise yılları bitmiş ama mezun olamamışım. Ablam ağabeyim çalışıyor. Kızkardeşim okula gidiyor. Bütün günüm yalnız. Koyuyorum pikaba, uzanıyorum kanepeye, kapatıyorum gözlerimi. Yanık gür sesiyle arkası arkasına seslendiriyor şarkılarını. Uzun çalara ismini veren "Com que Voz", "Meu Amor", "Gaivota" hatırladıklarım ve diğerleri. Kulağıma bile uğramadan doğrudan ruhuma, yüreğime işleyen, yakan, kavuran şarkılar. Hüzün veren, acı veren ezgiler.

Çok sonraları, fadolar hakkında daha çok bilgi sahibi olunca anladım ki bu halk müziği türünün çıkış noktası olan "hüzün", tıpkı bunalımlı şair Baudelaire' in ben liseye yeni başlamışken eski bir kitabın arasından önüme düşüveren takvim yaprağındaki "İçe Kapanış" ı ile başlayan şiir serüveninde olduğu gibi, gençliğimin dinamizmini keyifini bir miktar silip süpürmüş, tercihlerim, seçimlerim o yaşlarda gönüllü olarak "hüzün" den yana olmuş.

Söyleyenini hatırlayamadığım, aklıma takılıp kalmış bir söz var.

" Vay benim çileli başım, l8 yaşım ."

Gençlik sanıldığı kadar güzel bir çağ değil belki de.

Ya da biz kıymetini bilemedik...




Sevgiyle....

Yazık  

Posted by Asuman Yelen in , ,



Dün keyifle üçüncü yılımı kutlamış, blogumun beni nasıl mutlu ettiğini , emeklilik günlerimi nasıl keyifli bir hale dönüştürdüğünü, geçmişi ve bu günü bir yerlere not ederek hiç bir şey hatırlayamayacağım günler için nasıl zevkle stokladığımı....

Çeşitli yaşlardan edindiğim yeni dostlarla bir çok güzelliği nasıl zevkle paylaştığımı, mesafelerin,sevgi konusunda hiç de engel teşkil etmediğini, insanların yanyana ve gözgöze gelmeden de birbirlerine sarılabileceğini idrak etmenin nasıl güzel bir şey olduğunu...

Bu blogu açmamın gerçek sebebi ( başlangıçta) çok sevdiğim Tagore ' umun naif sevgi, insan ve de özellikle de çocukla ilgili güzelim yazılarını otantik resimlerle bezeyerek mümkün olduğunca herkesin beğenisine sunma çabalarımı, bunu yaparken duyduğum zevki...

Tüm bunları düşündükçe,

bu güne kadar yaptıklarımın yokolma,

ve bir daha bunları hiç yapamayacak olma ihtimali karşısında hissettiğim

şaşkınlığı

hayal kırıklığını

üzüntüyü

ve

en çok da

öfkeyi

ifade edecek sözcük bulamıyorum.

Bulabilseydim yazabilir miydim ondan şüphe duyuyorum.

Bunun için de utanıyorum.

Ama kendimden değil.

Bana bunu hissettirenlerden.



Lütfen  

Posted by Asuman Yelen




Böyle ekran başında iyiyiz.

Sonra evlerimize sığamayız.

Blog Widget by LinkWithin