İğnedenlik  

Posted by Asuman Yelen in ,


Çocukluğumuzda, çoğunlukla bayram önceleri bayramlık elbise için kumaşlar alınır, çok iyi dikiş bilen bir dosta ya da etrafta varsa bir terziye elbiseler diktirilirdi. Kumaşı uzun uzun koklar, bu kokuyu hep sever ve elbiseyi de üzerime dikilmeden önce benimseyiverirdim böylece. Ama iş prova faslına gelince bütün keyfim kaçardı. Kaldır kolunu, indir kolunu, dön arkanı, kambur durma, dizini kırma ooofff... O beş- on dakika saatler gibi gelir, çoğunlukla nedense midem bulanırdı. Hele bir de o batan iğneler yok mu...Zaten prova başladı mı gözüm hemen terzinin kemerine tutturduğu iğnedenliğe takılır keyfim kaçardı.

Ogünlerden bu günlere ne zaman bir yerde, bir terzinin dükkanında, bir komşunun duvarında asılı bir iğnedenlik görsem, belimdeki, karnımdaki, kolumdaki o incecik sızılar, midemdeki bulantı gelir aklıma.

Sonra büyüdüm. Yıllar yılları yüzler yüzleri kovaladı. Güleç yüzler, asık yüzler, konuşkan, suskun, çekingen, girgin, sakin ve huzurlu, hırslı ve mücadeleci yığınla insan. İyi dediklerim, kötü dediklerim, beni mutlu edenler, huzurumu bozanlar, sevdiklerim, sevemediklerim, geldiler, geçtiler, gittiler, kaldılar. Eğlendim, oyalandım, kırıldım, gücendim ama yaşamın telaşesi içinde çok da düşünmedim "insan" üzerine doğrusu.

Sonra bir gün, yeni tanıştığım, yere göğe sığdıramadığım, anlata anlata bitiremediğim bir arkadaşımla sohbet ederken, birden o mide bulantısını hissettim önce hafiften. Karşımda kesik şirin kahkahalar atarak sürekli birilerini alaya alıyordu. Önemsemez ve neşeli görünmeye çalışıyordu ama içi hırs ve nefretle doluydu sanki. Sonra o küçük iğne darbelerini yüreğimde hissettim. Kullandığı insanlar, bahsettiği örnekler, saklamaya çalıştığı düşmanlık bana yönelikti.
Bu deneyimi yaşayan herkes bunu anlar.

Hepimizin yaşamına böyle insanlar zaman zaman girmiştir. Ben onların dillerinde tıpkı terzinin iğnedenliği gibi her gittiği yerde birilerine batırmak üzere görünmez yüzlerce iğne saklayıp yaşamlarını öyle sürdürdüklerine inanıyorum.

Zaman zaman hepimiz karşımızdakine anlatmak istediklerimizi doğrudan değil de dolaylı yoldan anlatmak yoluna gitmişizdir. Bu anlamda hepimizin sakladığımız iğnelerimiz mevcuttur. Ama kimi can yakar, kimi sadece uyarır, kimi de kendine getirir.

Bir örnek. Bir programda Gazanfer Özcan' dan bahsediliyor. Genç bir oyuncu onun nezaketini, insanlığını heyecanla anlatıyor. Rahmetli, öyle nazik bir insanmış ki, biri yanlış bir şey yaptığında, kendinden çok genç de olsa, rencide etmemek için hatasını doğrudan söylemek yerine, onu uzun uzun över bu arada bir şekilde araya sıkıştırırmış. "Bir gün yine beni iltifatlara boğdu, mutlu bir şekilde setten ayrıldım, arabamla gidiyorum tam boğaz köprüsüne girerken birden dank etti. Yahu Gazanfer baba aslında bana bunu-bunu söylemek istedi. Vay canına nasıl anlamadım" diyor genç oyuncu.

Bir örnek de Nef' i 'den gelsin. Bunu çok kişi bilir. Ben ilk defa çocukken babamdan duymuştum.

Tahir isminde biri bir mecliste Nef' i için kelp sıfatını kullanmış. Türkçesi köpek.

Nef' i bunu duyunca sarılmış kağıda kaleme, şu dizeleri yazmış.

Tahir Efendi bana kelp demiş.
İltifatı bu sözde zahirdir.
Maliki mezhebim benim zira,
itikatımca kelp tahirdir.

Tahir Efendi bana köpek diyerek resmen iltifat etmiş, çünkü benim Maliki Mezhebi inanışıma göre köpek tahirdir.(yani temizdir)

Kavgada seviyeyi düşürmeden cevap vermenin en güzel yolu. Bence altın vuruş bu olmalı.


Sevgiyle kalın...

This entry was posted on 14.10.2010 at Perşembe, Ekim 14, 2010 and is filed under , . You can follow any responses to this entry through the comments feed .

8 yorum

İnanamıyorum bazen tesadüflere!

Geçenlerde İstanbul Sahaflar Festivali'nden bir kitap aldım.
HİCİV EDEBİYATI ANTOLOJİSİ
Hilmi Yücebaş.
Ve bu gün biraz karıştırdım. Öyle denk gele bir yerlerden okudum ve senin yazmış olduğun satırlar cıktı karşıma:))
Yazında tamamlamış oldu sanki.
Yazında bahsettiğin türden insanlar malesef etrafımızda. En kötüsü o insanlar aileden olduğu zaman. Arkadaş olsa kesersin ilişkini. akraba olunca anca mesafe koyuyorsun ama kesip atamıyorsun işte.
Birde söylemeden geçemicem, olayları birbirine bağlama yeteneğine, bilgi ve birikimine hayranım:))

15 Ekim 2010 03:53

İğneli insanlar...
Korkmuyorum artık onlardan. Çünkü benimde var mevcut batıracağım iğneler!..
Eskiden incinmekten, üzülmekten korkardım, üzmekten korkardım. Şimdi korkmuyorum incinmekten ama hala üzmek istemem kimseyi.

Yazmayı becerebildiğim kadar konuşabilseydim ya çok üzerdim ya da çok iğnelerdim.


Aaaah ah! o terzi evi kokusu...
Yeni kumaşın, yeni elbisenin kokusu..

Özlemişim!

15 Ekim 2010 09:22

İğnedenlik dille dolaşan insanlar çok fazla. Bunu alışkanlık haline getirmişler sürekli aynı şeyi yapıyorlar. Onlarla sürekli ilişkide kalmak çok yorucu olmalı.
Çok teşekkür ederim Sünter' cim. Hepsi tesadüf. Bir telefon konuşması, birkaç küçük iğne bana tüm bunları hatırlatıverdi.
Sevgiler canım...

15 Ekim 2010 09:54

Evet Newbahar.Yaşadıkça o çocuk kırılganlığını atıyor insan. Olgunlaşıyor.
Bayram önceleri o kumaşları her gün koklardım. Organze ya da taftanın kokusunu nerde duysam tanırım.

15 Ekim 2010 10:32

Sevgili Asuman.Bu güzel mecazi yazı beni aldı sürükledi.Ne güzel yazmışsın.İğne ile hiciv bu kadar güzel anlatılır.;İğne değince annemin iğneleri geldi aklıma.Şimdilerde ne elleri ne gözleri uygun olmasa da biz çocukken çok güzel dikiş dikerdi.Her tarafta iğneler dolaşırdı.Zaman zaman babamın anneme çocukların bir tarafına batacak endişesiyle söylenmelerine hep kulaklarımda kalan "Korkmayın benim iğnelerim terbiyelidir, batmaz"derdi. Şimdi senin yazın sonrasında düşündüm de bazi insanların iğneleri bile terbiyeli değil mi?

15 Ekim 2010 15:46

Sevgili Defne, çok teşekkür ederim.
İnsanlar gibi iğneler de çeşitli. Ruh ince olunca, iğne de kıldan ince oluyor tabii.

15 Ekim 2010 16:20

Hiciv ince zeka ürünü de o iğnelikle dolaşanlar aba altından sopa gösterip amiyane vuruyorlar insanı onlara bence bulaşmamalı. Çünkü ne söylerlerse dikkat et kendilerini anlatıyorlar.Yalancı diyorlarsa bilki kendi sözlerinin yalan hepsi."İşiniz gücünüz siyaset yapmak" diyen devlet adamı siyasetçi olan aslında kendisi.Kendini anlatıyor yani.

Yeşilaycı bir profesör, içkinin zararları konulu bir konferans veriyormuş. Konuşmasının bir yerinde dinleyicilere sormuş:
"iki kovadan birine rakı diğerine su doldurup bunları bir eşeğin önüne koysak, eşek hangisinden içer acaba Dinleyiciler hep bir ağızdan "Suyu" demişler. "Neden suyu içer?" demiş profesör, Neyzen hemen atılmış
"Eşekliğinden...."
Asuman'cım iğne oldu mu böyle olmalı değil mi?Sevgilerimle.

15 Ekim 2010 16:55

Bu çok güzel oldu Sufi,
eksiği tamamladın sanki. Böyle keyifli hoş bir kapak gerekiyordu bu yazıya.
Çok teşekkür ediyorum sana bu güzel katkın için.
Sevgiyle kal...

15 Ekim 2010 18:23

Yorum Gönder

Blog Widget by LinkWithin